Etiket arşivi: Semra Şenol

Çöpteki Kırmızı Ayı 1

Çöpteki Kırmızı Ayı

Çöpteki Kırmızı Ayı

Çöpteki Kırmızı Ayı 2

Küçük Hasan kirli ellerinin, tırnakları arasına kaçan pislikleri aldırmadan yarım simitini yemeye koyuldu. Tıpkı babası gibi kavruk tenli, koyu saçlı, çelimsiz bir vücudu vardı. Bu küçük bedeni yoksulluğa, kışın soğuğuna, yazın sıcağına karşı dirençliydi.  

Diğer üç kardeşin en küçüğü en sıhhatlisi ve en mutlu olanıydı.  Şafak yenice söktüğünde babasıyla kalkar, sarımsı renkteki gün ışığı dolan sokağa çıkardı.  Sabahları biraz serin olduğundan babası uzun kollu bir kazak giydirmişti Hasan’a. 

Kahvaltı yerine geçen tek simiti ikiye bölüp ona veren babasına gülümsüyordu.  Ne o, ne de diğer kardeşleri mükellef bir kahvaltının sütle, peynirle ya da sucuklu yumurtayla yapıldığını bilmezdi.  Bilmemek çoğunlukla mutluluk getirirdi.  Yokluğunu bilmedikleri varlıkların, lükslerin hasretini çekmezlerdi böylelikle.  

Yarım simitle doyduğunu söyleyen babası karton topladıkları arabayı sürerken, henüz okul çağına gelmeyen Hasan’da üç adım arkasından yürüyordu. Sokaklar sabah işe yetişmek telaşıyla hızlı adımlar atan insanlarla dolmaya başlamıştı.  

Yeşil renkte çöp varillerinin yanına bırakılan karton kolileri arabaya dolduran babasına boş pet şişeleri toplayarak yardım etti. Çoğu zaman yatakta kalıp uyumak isterdi, amma ve lakin iki ablası da okula gittiğinden tek başına evde kalmasına babası izin vermiyordu.

Diplerinden geçen iki dirhem bir çekirdek kıyafetli ablaların, ağabeylerin babasına ve kendisine acıyarak baktığının farkında değildi.  Küçük Hasan onları içtenlikle gülümseyen gözlerinin ışıltısıyla selamlıyordu, bazıları ise duruyor ‘Günaydın’ diyerek onu selamlıyorlardı.  

Vakit öğlene yaklaşmaya dururken babası adını seslendi; “Len Hasan bak sana ne buldum!” 

Hemencecik babasının yanına yaklaşıp ona vereceği şeyi dört gözle bekledi.  Babası yeşil çöp varilinin içinden kırmızı tüylü, bir kulağının dikişleri patlamış beyaz burunlu bir ayı çıkardı.  Neredeyse boyu Hasan kadardı, babası kollarının arasına verdiğinde tüy kadar da hafif olduğunu anladı. 

Neşeyle kırmızı ayıyı bağrına basarken “Benim olsun mu baba, benim olsun mu?” diye sorarken, eğer oynamak isterlerse ablalarına da ara sıra vereceğini geçiriyordu. 

“Olsun ya aslanım, akşam ablan bir güzel yıkayınca tertemiz olur” dedi babası hoşnutlukla gülümserken. 

Küçük Hasan çöp kokan, bir kulağı yırtık kırmızı ayısını havaya atıp geri yakalayarak sevinçle kahkaha atıyordu. Bir kere onun burnuna hiçte pis geliyordu kokusu, hem de yesyeni bir oyuncaktan farksızdı. 

Bu kez okula giden formalı ablalardan bir kaçı durmuş Küçük Hasan’ın içten sevincini, coşkusunu telefonuna video olarak çekiyordu. Küçük Hasan bunun bilincinde değildi, tek düşündüğü ablası ayıyı yıkadıktan sonra onunla sarılıp uyumak istediğiydi.  Daha önce babasının yine çöpte bulduğu tekerleği kırık arabasıyla birlikte artık bir oyuncak ayısı vardı.  Hemde kıpkırmızı bir ayıcık.  

Çöpün içinde bulunan, küçük bir çocuğun şen şakrak kahkahalar atmasını sağlayan kırmızı ayıcık bu kez çok sevilecek özenle sarılacaktı.  Daha önceki sahibinin hor kullanarak yırttığı kulağı dikilecek, çöp kokularına layık görülen cüssesi tursille yıkanıp burcu burcu kokacaktı.  

Küçük Hasan’ın artık bir ayısı vardı. 

Bu gün babası saf mutluluğu çöpten çıkarıp oğluna vermişti…

 

-Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare
Yerle Bir Et! 3

Yerle Bir Et!

Yerle Bir Et! 4

Yerle Bir Et!

Suskun lisanım süslü cümlelerden yoksun, dilim dahi dönmez bu istihzaya.

Uyumak isterdim kalın yorganlar altında, 

Sesleri işitmeden, yüküm süren acılarıma inat gözlerimi kapatmak.  

Rüyalar aleminin yeşil yapraklı goncaları arasında yalın ayak,

Başımda esen hür ruhumla, bir saksağan kuşunun takibinde. 

İnsan kederinden kaçınmak isterken, yıldızların halesine dalarak

Bir başı mağrur, iki dirhem bir çekirdek ayrılıklarla avunarak hemen öleyim şimdi.  

Yastığa düşen başımda son nefesimin sıcaklığıyla, uyandırma beni!

Asla sevmedim bu keşmekeşi,

Anamdan duydum dünyanın zilletini, aklım ermedi meşum yalanlara.

Sahte duygulara bağışıklık kazanamadım, nutkum tutuldu.

Çare bulamadım içimdeki çürümüşlük hissiyatına, 

Tenimden akan sularla akıp gitmek istedim bir dereye. 

Şırıl şırıl akan gönlüm, dilleri lâl balıklara karıştı, 

Hemen şimdi öldür beni, billur renge boyanmış iken.

Zararımdan sıyrılmış en küçük hücreme dönmüşken, 

Sende yerle bir et beni! 

Semra Şenol 

FacebookMastodonEmailShare
İnsan Tabiatında Aşk! 5

İnsan Tabiatında Aşk!

İnsan Tabiatında Aşk! 6

İnsan Tabiatında Aşk!

Ben anlamam efendim aşktan!

Hiç boşuna dilinizdeki tüyü bitirmeyiniz, kalbim çorak bir arsadan ibarettir.  Katıdır her şeyden önce, sulak topraklarımı güneş çatlatıp kurutmuştur.

Yalnız bilmenizi isterim ki çakıl taşlarıyla kaplı olan gönlüm şırıl şırıl suların aktığı vahalara özenti duymaz. Kendi kendine yeten kuru otlarım arada ister yumuşak bir dokunuşun hafifliğini.

Yakıcı meltemler estiğinde yalnızlığıma sirayet eden sol cenahım, bilir ki kalabalıkların insan kalbini avutmaya yetmediğini.

İnsan değil mi ki ana kuzusudur, elbet arar ona aynı şefkati sunacak sıcak bir dili, merhametli kolları.

Efendim şımarıklığımı mazur görünüz, toyluğumdan bu yana hasret kaldıklarımdan çekinirim.  Ruh ne isterse, neye büyük bir istek duyarsa kavuştuğu anda sıkılır hülyasından.

Dönemler değiştikçe insan nefsi de dallanır budaklanır ve ehli bir el tarafından budanır.  Benim cılız dallarım vaktinden önce kesildiğindendir belki de bu küskünlüğüm.

Sözlerimi sakın ha yanlış anlamayınız.

Tabiata, gökteki beyaz bulutlara hiçbir insan evladı arkasını dönemez. Benim kırgınlığım Yaradan’a değildir, çiğ süt emdiğini inkar eden mahlukatadır.  Ne olursa olsun her canlı aslına inkara kalkışmamalı, ben buyum derken asıl olan karakterini süse püse boğmamalı.

Aklımda cereyan eden sorunsallarım bu denli aksak ve rutubetliyken, bana aşktan nasıl söz edersiniz efendim?

Dünya da sevilmeye denk, ruha esenlik veren, gözlerde tükenen feri yeniden yakacak bir kalp ehli bulmak mümkün mü?

  -Semra Şenol

 

FacebookMastodonEmailShare
GEÇ KALDIĞIM... 7

GEÇ KALDIĞIM…

 

GEÇ KALDIĞIM... 8

GEÇ KALDIĞIM…

Geç kaldığım, sevdasına bir türlü doyamadığım.

Nasılsın?

Bu gün gözkapaklarımın ardında suretinin en manalı halini gördüm.  Hatırıma düştün birden bire, kalbim bir anda kuş olup uçuverdi yanına.

Beni karşıla olur mu?

Yaban ellerde öyle boynu bükük, kimsesiz erguvanlar gibi bırakma.  Kokum sinen de can bulsun diye bütün telaşım, yoksa neyime seninle bir olabilmek.

Havari ellerim ceplerime ağır gelirken kilometrelerce boyunca volta ata ata yürüdüm. Başımda gök rengi gümüşi bulut öbekleri, solgun çuha çiçekleri! Midemde inceden bir sızı, sanki sindiremediğim bir sözden geri kalanı.

Bir yanım baş veren güneş tarlaları, bir yanımsa kanyonların yalnızlığı.

Can şenliğim, daha da mı gelmeyeceksin?

Arayıp soramam halini, bilmek istesem de ne yaptığını, kimle yandığını. Kırıldığım yerden yaklaşamam sana, duvarları aşacak cesareti basiretsiz gururumda bulamam.  Ancak her güzel şeyi sana ithaf ederek yürürüm.  Tabanlarım ağrıyana, genzim yolların tozuyla dolana kadar şikayet etmeden yürürüm.

Acıklı bir hayat yaşadım derdim soranlara, kendi yalanıma kendim uydum bana kalırsa. Cüret edemediklerimin yüzeysel sancılarında buldum kabahati.

Menfur bir hastalığa tutuldum, geç kaldığım.

Korunmasızım sinir uçlarımı deşen yoksunluğa, zannederim ki bu illet beni götürecek tez elden…

 

  • Semra Şenol
FacebookMastodonEmailShare
YAS.. 9

YAS..

 

YAS.. 10

YAS…

İçimde farkında olmadığım bir yas, Kime, kim uğruna büyüttüğümü bilmediğim bir acı.  Bazen soluksuz bırakan, bazen de acıyla karışık tatlı hayaller kurdurtan bir rüya alemi. Yüreğimin ara ara sıkışması, derince iç geçirmelerim hep bir şeyi hatırlatıyor.

Unuttuğum, fakat unutmak istemediğim birini.

Onu beklediğimi hissediyorum, hayatım sadece onu beklemek üstüne kuruluymuş gibi geldiğinde bu amansız bekleyiş de sona erecek.

Fakat geleceğine dair bir inancım da yok.  İçimde peyda olan bu acının dayanağının olmadığı düşüncesi beynimin karanlıklarından sürekli çıkıp duruyor.

Ya gerçekten iflah olmaz bir melankoliksem, ya da kendi kendine acı çektirmekten hoşlanan bir sadist! Tüm ihtimaller ne kadar kötü bir noktaya yaklaştığımın ispatı.

Bir sabah uyandığımda beliren bu özlem hissi, yerini yavaş yavaş ağdalı bir yasa bıraktığında güneşin rengi de solgunlaştı.

 

 

  •  Semra Şenol
FacebookMastodonEmailShare
Kurumuş Papatya 11

Kurumuş Papatya

Kurumuş Papatya 12

Bu sabah bir demet kurumuş papatya bıraktım sokağın köşesine.
Geceden bir kaç damla göz yaşı akıttım üzerlerine, canlanır sandım yaprakları.
Kupkuruydu, çoktan ölmüştü.


Anılar taze olmasına rağmen, buketi alan da, veren kişide kırgındı. 
Sıfat ile özlemin yanlış tamlamasından ileri gelen bir hataydı. 
Ömür vakti kısaydı, bir rüya kadar uzun sürdü.

Sonsuza dek sürmeyeceğini bilmeme rağmen, isteyerek kandım kokusuna. Beyaz taç yaprakları o kadar narindi ki, burnumun direğinizi sızlatacak kadar ayrılık kokuyordu. İçi rutubet almış ruhuma iyi geleceğini sanarak sevmiştim. Çaresizlikti, çoktan düşmüştüm.

Yemyeşil tarlalardan baharı getiren bir buket papatya kadar temiz değildim. Gonca yüklü dallarım yoktu, buketi verende alanda yanlıştı. Hoş bir hayale ortak olmuştuk kısa süreliğine. Öncesi yoktu, sonrası yoktu …

Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare

Sosyal Medyanın Yeni Dili Nedir?

“İster evrim ister devrim, ne derseniz deyin; bir gerçek var. O da zamanın her şeyi değiştirdiği.” 20.yüzyılın dilbilimin ‘babası’ olarak anılan Ferdinand De Saussure ithaf edilen bu söz, dilin zamanla geçirdiği gelişime de ışık tutabilmektedir.

Dil; insanlar ve toplumlar arası iletişimi sağlayan, duygu ve düşüncenin yayılmasını sağlayan, ses dizilimlerimden oluşan bir anlaşma sistemidir. Günümüz dünyasında konuşulan ve varlığını sürdüren birçok dil ve lehçe olduğu bilinmektedir. Dil, zaman aşımına uğradığı gibi etnik değerleri ve kültürel yapısıyla toplumların değerlerini de ortaya koyan kitlesel iletişim araçlarından biri olarak, değişime açıktır.

Sosyal medyanın yaşadığımız çağ üzerindeki etkilerini saydık, bir çok dünya ülkesinde iletişimi sağlayan faydaları ister istemez dile de yansımıştır. Sn. Doç. Dr. Ali Büyükaslan’ın; bir konuşmasında dediği gibi;

“Bir interaktivite hızla ilerliyor ve bizi kuşatıyor. Bu kuşatılmışlık kimi zaman kendiliğinden teslimiyet şeklinde, kimi zamanda zoraki ve kaçınılmaz olarak bizi içine alıyor.”

Bu yaklaşımla bakılacak olursa, sosyal medyanın kendince uyarladığı bir dil akımı söz konusudur. Örnek verilmek istenirse sosyal medya kullanıcılarının günlük konuşma diliyle yazışmaları, kısaltılmış kelimeleri daha kullanmaları ve İngilizce odaklı kelimeleri öne çıkarmaları gibi bilindik örnekler verilebilir.

Sosyal medya kullanıcılarının özellikle başvurdukları kısaltmanın bir nedeni olarak, kelime sayısının sınırlı olması pekâlâ görülebilir. Özellikle Twitter gibi görüşlerin tartışıldığı platform, 140 karakter kotasıyla anlatılmak isteneni kısa tutmaya sevk etmektedir. Bu durum doğal olarak da dilde kısaltmalara gidilmesine, hece düşmelerine ve dil bilgisi kurallarına uymamaya yöneltmektedir.

Sosyal Medyanın Yeni Dili Nedir? 17

Türkçe’nin yapına ters anlatım biçimleri ortaya çıkarken, günlük konuşma dilinin sosyal medya mecralarında sıklıkla kullanılması da olumsuz etkenlerden bir diğeridir. Kullanıcılar; ses, cümle, kelime yapısını önemsemeksizin yazı içerikleri üreterek Türkçe’nin kuralsız bir dil haline gelmesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla sosyal medya dilinin yanlış kullanımı otomatikman, kendi kültür ve geleneğini yansıtan dilinde, geri dönüşü olmayan hasarlara neden olabilmektedir.

FacebookMastodonEmailShare
ISLAK ŞEHİR 18

ISLAK ŞEHİR

Gözlerinde umut ışıkları gördüğüm taktirde, adımın daima seninle anılmasına dikkat ettim. Güzel bir masalın bitişine denk gelmiştin, seni tanımama engelmiş gibi.

Yağmurla ıslanmış bir şehirden geldin, içimde ukte kalan ne varsa anlattım sana. Dilim çoğunlukla yabani, şarabın etkisiyle biraz lakayttı.

Ama sen anladın, yuvarladığım kelimelerin çıkmazlarında bekledin biriktirdiklerimi. Üstünden damlayan yağmur taneleri gibi sırılsıklam baktın gözlerimin arkasına.

Gerçek ben oradaydı, ıslak ve hırpani adanmışlık öykülerinden geri kalanı. Ürktüm elini her uzatışında, sanki mümkünmüş gibi bulutlardan kıskandım seni.

Yağmurdan ıslanmış bir şehirden geldin, içimdeki cehennem kuyularını doldurdun. Bin asır düşünsem bilemezdim beni sevmeye yakışacağını.

Sandım ki, sende bir özlem yokluğunu dolduracak geçici bir hevestim. Yanılmak ne güzel şey seninle birlikteyken.

Kar  güzeli bulutları sardığın boynunda bir ınci misali takılı kalmayı diledim geçen gece. Kulaklarıma asılan yalnızlık söylentilerini duymadım, sen bana aşk dedikoduları yaparken.

Yağmurdan ıslanmış  bir şehirden geldin, bilmiyordum önceleri sende ki  çıplak yalınlığın  güzelliğini. Aradığın  beden ölçüleri bana uymaz diyordum. 

Nasıl da hazırlıksız yakaladın  soluğumu,  vurgun yemiş balık gibiydim ayağının ucunda. Külfet bindirmeden, küfür etmeden sevmeyi bilmeyendim ben.

Islanmış saçlarında gördüm ilk defa masumane yağmuru. Uzaktan sevmelere alışık birini, allayıp pullayıp kattın bağrına.  Ne desem şimdi, beni de getirdin dile…




SEMRA ŞENOL

FacebookMastodonEmailShare
GÖLGEDE AŞK 19

GÖLGEDE AŞK

GÖLGEDE AŞK 20

Başım belada inan, arkamı kollamadan yürüyemem bundan sonra.

Öyle ki her gece arkama düşen gölge de, her yaprak hışırtısında

Seni arar buluyorum kendimi.

Sanırım deliliğin alametİ bunların hepsi, veyahut seni bir kez daha görmenin hasreti.

Bir şeyler yanlış gitti, tutunacak bir dal bırakmadık aramızda.

Gönüllerimiz sevmeyi bildi, gururumuz kırılmayacak kadar dikti.

Yanlış anlamalar üzerine kurduk tüm sohbetlerimizi,

Kanadık, yıldık, bir o kadar da sevdik değil mi?

 

Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare
Sen Beni Mazur Gör 21

Sen Beni Mazur Gör

Sen Beni Mazur Gör 22

Öyle kırgın bakma yüzüme, yoksa nasıl katlanırım bu ayaza.

İçimde solan menekşeler dahi hesap sorar sonra, ne derim Allah aşkına!

Yapma böyle, devinip durduğum tufanların izahı bende mi sanıyorsun?

Sen bari dinle, anla bu yakışıksız adamın eleme bulaşan sözlerini.

Düşmeden bilemez kimse, ermeyen muradımın hamlığını,

Ağzımdaki yavan tadı, yüreğimdeki serçe çırpınışlarını sen bilme.

Bilme feryadım, sen beni mazur gör.

Deliydi amma severdi beni de geç soranlara, ah etme boşuna.

Sen bari anla, elimde kalan bir avuç toprak hasretini.

Tan yerinde kararan talihimi, el pençe divan duran itirazlarımı hor görme.

Hor görme feryadım, sen beni mazur gör.

Eti ne budu ne diyenlere aldırış etme, benden sana kalanlara yüz çevirme…

 

  – Semra Şenol 

FacebookMastodonEmailShare