Bugün tutmadılar elinden,
Her gece düştüğün o uçurumlardan tutup çekmediler seni,
Yokluğunu hissetmedi kimseler,
Merak etmediler bugün,
Saç tellerini kırdılar,
Her geçen gün vurdular seni,
Fark etmediler.
Seni bugün sevmediler,
Öpmediler parmaklarından,
Bir şiir yazmadılar sana,
Bir şarkıda geçmedi adın,
Bir çiçeğe benzetilmedi kokun,
Bugün seni tanımadılar,
Gözünün içine bakmadılar hayran hayran,
Bugün seni kırdılar…
Etiket arşivi: Güzel şiirler
Yanlışa Düşüyorsun…
Yanlışa Düşüyorsun…
Yanlışa düşüyorsun, küçüğüm.
Ben, senin sandığın kadar masum ve idealist değilim aşka karşı.
Görüşlerim, hayat tarzım seni aldatmasın. Sığ kişiliğimde inceliklerle örülü pembe bulutlara yer yok, düşünüyorum da hiçbir zaman aşka yakışacak biri olmadım.
Kendinden önce başka birini sahiplenmek, iyiliği ve rahatı için sahip olduklarından feragat etmek kimyama uygun değil.
Hayaller Âlemine aldanıp, beni diğerleriyle karıştırma küçüğüm.
Benim nasırlaşmış sol cenahımda, son sürat aradığın tutkulu alevleri bulamayabilirsin.
Standart aşk oyunları istenildiği etkiyi bırakmıyor, savurganlığı baş tacı etmiş bünyemde.
Dört duvar arasına sığdırılmış kandırmacalar, kitapların öngördüğü gibi mutluluklarla ve doğru yönlendirme sevgi kurallarıyla örtüşmüyor.
Beni sevmekten, zihninde dahi olsa beni istediğin kalıba yerleştirmekten vazgeç küçüğüm.
En büyük hatadır, birini olmadığı biri gibi kabullenip, üstüne tam oturmayan kıyafetleri giydirmek, istek ve görüşlerine saygı göstermeden değiştirmeye kalkışmak.
Sokak köşelerindeki çöpü eşeleyen kedileri bile, bilmedikleri bir ev ortamına sokarsan huzursuzlaşıp vahşileşir. Beni de onlar gibi düşün, aşırı tevazu ve göstermelik aşk serenatlarına tahammülüm yok.
Rakıyı balığa tercih edenlerdenim ben.
Keyfe keder gülüşleri niteliksiz kahkahalara buyur eden, zamanı kum saati gibi görüp ömrü boşa harcamayanlardanım. Gün batımını severim mesela, rüzgârın serin esintisini alnımda duymaya aşığım.
Beni sevme küçüğüm; ben en çok kendini sevenlerdenim…
-SEMRA ŞENOL
Yaramız da Kalmasın!
Yaramız da Kalmasın!
Kelimeler kaçacak yer arıyor ruh-u revanım. Sar sar bitmeyen yaralardan çıkıp gelemiyorum sana.
Köz düştü gönlüme, yar dedim bu nasıl hasret.
Nasıl ölünür, nasıl girilir bu kederle kara toprağa.
Mavzer misali yutkunmalarım, sinemden aşağısını paramparça kan gölüne dönüştürüyor. Bıçak dayanan gırtlağımdan ancak bir ‘ah’ çıkıyor. Diyorum ki, öleyim dizlerinde!
Hatırlıyorum ruh-u revanım. Dizlerin şimdi buzdur, soluk teninde güneş oynamaz. Morarmış dudaklarından çıkmıştır can nefesi.
Morgun karanlık soğuğuna yatırmışlardır, göremem daha seni.
Küçük ellerin bir daha tutmaz papatyaları, ağlamaklı ağlamaklı bakmazsın gözlerime.
Başımı nerelere vursam, ah nasıl yansam!
Köz düştü gönlüme, yaban eller işitir mi feryadımı?
Sessiz sessiz ağlayacak bir köşeye sinsem, ensemde bitiverse kokun. Yaramdan öpsen, kalmasa bu yara ölüme. Düşman etsen yine kahpe hayata, izini sıcağını çekmeden üstümden alıversen yanına.
Hükmen galip sevişmelerimizi yaramın üstüne denk getirerek sarılsam sana, içine sinen kış soğuğunu alsam alnından.
Ahirete saklanacaksın da unutacak mısın dünyayı, kime yaslanacak omuzların!
-SEMRA ŞENOL
BAŞKA TENDE AVUNDUM
BAŞKA TENDE AVUNDUM
Başka bir tende avundum, bedenen yokluğunda. Zerre pişmanlık duymuyorum bilesin. Bir çeşit hesaplaşmaydı, senden habersiz aldığım bu öç.
Dudaklardan kalbe inen çetrefilli güzergâh da, bana izimi kaybettirdin mutlu musun? Derin sadakatimi yaralarken, soğuk tavırlarına gücendiğimi, kırıldığım noktaların olduğunu umursamadın. Affeden, affedici rolünü üstüme geçirirken, daha fazlasını kaldıramayacağımı, benim de haysiyetimin zedeleneceğini unutarak, utanıp sıkılmadın.
Kör kütük sana taparken, tamamen yabancı nefesleri içime çekemem zannettin. Gözyaşı akıtır, kapına kul olmaya devam edeceğimi düşündün.
Kusura bakma, artık önüme attığın sevgi kırıntılarıyla karnımı doyuramam. Benden esirgediğin önemi, bir kez olsun göstermediğin saygıyı, istediğine vermekte özgürsün.
Tek üzüldüğüm nokta, sana harcadığım yıllar ve beni de kendine benzetmiş olman. İhaneti kanıksayacak, aldatmanın zevkini tadacak birimiydim ben, kabahatimi tümüyle üstüne atmayacağım. İşlenen ayıbın sebebi sensen, niyetini bozmak yoluna gidende benim.
Gördün mü, istediğim zaman adil davranabiliyorum.
İhanetimi illa tanımlamak gerekirse, bedenselden tatminden ötesine geçemezdi deneyimim. Karşı tarafında aradığı günü birlik, geceyi kapsayan ve asla sürdürülebilir ilişki konumuna yükseltilemeyecek bir beraberlikti. Karşılıklı alınan hazın sonunda, sarılarak uyumak, sabahı tutuşmuş ellerle karşılamak yoktu.
Bir gece öncesinde içilen içkinin, kandaki yüksek değeri düşmemiş sarhoşluğu, sancılı bir baş ağrısıyla uyanmaktı ihanetin soğuk tarafı. Yastığımda aşina olduğum kokunun tam zıttı, şekerli vanilyalı bir parfüm kokusu vardı bu sefer. Burnumun direğini sızlattı apansız, bir saniye daha fazla kalamadım o yatakta. Sıcak suyun altında dakikalarca alnım, duş kabinin soğuk camında öylece dikildim. Tenimden akıp giden parmak izleri gibi, zihnimden geçen senli vakitlerin töreni can sıkıcıydı.
Lâkin, ne yaparsam yapayım seni memnun edecek seviyeye yükselemedim. Davranışlarım, hareketlerim sana göre hep yetersiz, ince düşünülmeyen kabaca şeylerdi. Senin nezdinde kusurlu ve adam olmayacak türde biriydim. Bana karşı mimik ve jestlerinden anlıyordum düşüncelerini, fakat seni öyle körü körüne seviyordum ki, yokluğunu düşünmeye dahi katlanamıyordum.
Sensiz yaşayamam, ölürüm zannediyordum.
Göz yanılsamasından ibaretmişsin. Ne ölürmüşüm yokluğunda, ne de dünya yıkılırmış başıma. Bir nevi kötücül alışkanlıktan ibaretmişsin benim fıtratımda, tıpkı sigara içmek gibi. Dudaklarıma değmeyince dudakların, günüm geçmez, duvarlar üstüme üstüme gelir sanıyordum. Meğer ne kolaymış, zor zannettiğim alışkanlığımı tek seferde terk etmek.
– SEMRA ŞENOL
SANIK
SANIK
Sana bugün yağmurun gözyaşlarıyla ıslanan bir şehirden, merhaba diyorum.
Kaygan asfalt taşlarından selamlıyorum gül cemalini.
Ara ara esen, kesik rüzgârlardan soruyorum halini hatırını.
Boş sokaklardan geçtikçe, seninle ayrı düştüğümüz geceyi yâd ediyorum.
Ve yine soluğumda can çekişiyorsun.
Islanan hırkamın omuzlarında ağırlığın, yanlış seçimlerin kurbanı olduğumu fısıldıyorum bakışlarındaki düş kırıklarına.
Ses vermediğine göre, sende kabul görmüş bir sanığım.
Oysa haksızlık bu diye haykırasım var avazım çıktığı kadar.
Gücümün son raddesine kadar, yoktu bir suçum diyebilmek sana.
Tek korkum kulaklarını tıkayıp, yanımdan öylece çekip gidecek olmanın verdiği üzüntü.
Bir dinlesen beni, bir kerecik olsa güven duysan.
Kısaltıp törpülemeden anlatsam gerçekleri sana,
Tarafsızca dinlesen savunmamı, hor görmeden acizliğimi.
Sonra alır başımı yine meltemlere kardeş olur, göçerim diyarından.
Adımı sanımı duymazsın ileride, kaybolurum hatırandan.
Güzel bir serap gibi, yüzüm dahi kalmaz.
Toz olur uçarım bulutlara…
-Semra Şenol
GİDEN KADIN…
GİDEN KADIN…
Bu son elveda!
Çıkıyorum hayatından, vakti dolmuş bir konuk gibi. Göçebeler bile terk-i diyar eyledikleri ovalara dönmeyi vaat ederek giderler. Ama ben dönmeyeceğim. Sağanak yağmurun altında ıslanacak, bir elimde bavul, bir elimde hezeyana uğramış kalbimle ayrılacağım. Arkamı döndüğüm anda bitecek aşkımız.
Sıcak bir yaz gecesi, ateşin etrafını çevreleyen sahil boyunca, hoş sohbet bir muhabbetin devamında tanıdım seni. Tüm acılarımı silip götüren sesin, kaygı ve endişelerimi süzgeçten geçiriyor, savunmasız bırakıyordu benliğimi.
Kapılı kapılarımı aralarken içten gülümsemen, adımım boşluğa denk gelmişçesine irkilmeme sebep olurdu elimi tutuşun. Seninle geçecek zamanın müptelasıydım, duymak istemediklerimi söylediğinde dahi pür dikkat sesine kulak kesilirdim.
Sen benim koruyucum, korkup geriye kaçmadan önceki ürkek adımımdın.
İlk değil gidişim.
Haftalar öncesinde dilime pranga vururken gitmiştim oysa. Umursamazlık pelerinine sarınıp, uzak bir köşeden izledim seni. Bu sorumsuz adam benim sevdiğim, sesine salıncaklar kurduğum adam olamazdı.
Kadınlar susarak gider, demiş Cemal Süreyya.
Bizi susturan; sonu gelmeyen tartışmaların lüzumsuz bitişleri, geç girilen yatakların ayrı ayrı tutulan tarafları, vazoda kurutulan çiçekler.
Bir kadın emek vermediği aşı yemek istemez. Bu sebeptendir ki ruhumuzu adadığımız erkeği, bitmekte olan ilişkiye müdahale etmesi adına konuşuruz. Dişimizi tırnağımıza takmamız, son kullanma tarihi geçen birlikteliği kurtarmaya yetmez çoğu zaman.
Gidişim sırf bu yüzden.
Yanan ocakta soğuttuğum çay demliğinden, kül tablasında biriken sigara izmaritlerinden, en acısı dökülen saç tellerimden. Bir iki ufak tartışma getirmedi bizi bu noktaya, senin ceketini alıp kapıları çarpıp çıkmaların, benimse sabaha dek süren ağlama krizlerimden çıktık bu yola.
Bir kızımız olsun istiyordum. Minicik elleriyle ikimizi sonsuza dek birbirine bağlayacak, aramızda yatıracağımız kıvırcık saçlı bir kız çocuğu. Düşün, en büyük hayalimi de bırakıp gidiyorum.
Bensiz, ocakta sıcak tencerelerin olmadığı, sessiz bir eve gireceksin bu akşam. Kapıyı çalacaksın, ama açan olmayacak. Buruk bir gülümsemeyle cebinden çıkartacaksın anahtarlarını, büyük bir yıkım değil mi kapıda karşılayacak gülen bir kadının olmaması.
Kahretmeyeceksin kendini biliyorum. Varlığım yerine içki şişelerine sarılacaksın bir süre, sonra da başka bir kadının hayalini süsleyeceksin. Mazide kalanlardan biri olacağım hatıranda, alışacağız yana yana ayrılığın kısa vadeli acısına.
Benden sana son bir iyilik; kalbine aldığın kim olursa olsun emek ver sevgine. Hediyeler boğ demiyorum, ama sevdiğini her an hissettir. Çünkü söylemediğin veyahut göstermediğin sürece kadın anlayamaz kalbinin dürüstlüğünü.
Aşılamayacak sınırlar koyma aranıza. Bir bakış kadar yakın dur sevdiğine, zor günler illa ki olacak, sırt çevirme, sımsıkı sarıl.
En önemlisi konuş onunla.
Sıkıntılarını, dertlerini paylaş, merak etme dil kullanılmaktan eskimez.
Ayrılığımızı bir ders gibi düşün, geriye değil ileriye bak daima. Hiçbir ahım yok, seni sevmenin yerine pişmanlık biriktirmedim.
Hoşça kal; yüzümü güldürenim…
-Semra Şenol
Yerle Bir Et!
Yerle Bir Et!
Suskun lisanım süslü cümlelerden yoksun, dilim dahi dönmez bu istihzaya.
Uyumak isterdim kalın yorganlar altında,
Sesleri işitmeden, yüküm süren acılarıma inat gözlerimi kapatmak.
Rüyalar aleminin yeşil yapraklı goncaları arasında yalın ayak,
Başımda esen hür ruhumla, bir saksağan kuşunun takibinde.
İnsan kederinden kaçınmak isterken, yıldızların halesine dalarak
Bir başı mağrur, iki dirhem bir çekirdek ayrılıklarla avunarak hemen öleyim şimdi.
Yastığa düşen başımda son nefesimin sıcaklığıyla, uyandırma beni!
Asla sevmedim bu keşmekeşi,
Anamdan duydum dünyanın zilletini, aklım ermedi meşum yalanlara.
Sahte duygulara bağışıklık kazanamadım, nutkum tutuldu.
Çare bulamadım içimdeki çürümüşlük hissiyatına,
Tenimden akan sularla akıp gitmek istedim bir dereye.
Şırıl şırıl akan gönlüm, dilleri lâl balıklara karıştı,
Hemen şimdi öldür beni, billur renge boyanmış iken.
Zararımdan sıyrılmış en küçük hücreme dönmüşken,
Sende yerle bir et beni!
Semra Şenol
İLKYAZ – Gülten Akın
İLKYAZ
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
“Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir “Hotel” bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
Aysel Git Başımdan – Attila İlhan
Aysel Git Başımdan – Attila İlhan
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum…