Etiket arşivi: Düz yazı

Sosyal Medya Cellatları 1

Sosyal Medya Cellatları

Sosyal Medya Cellatları

Sosyal Medya Cellatları 2

Farklı düşüncelerin insanlarıyız, bu hem kabulümüzde hem de zihnimizde ilerleyen bir dürtü halinde.  Hasım ve hısımlarımızla insanoğlu arasındaki yerimizi aldık, saflarımızı sıkı tutuyoruz.  İdeolojilerimizi önemserken, kültürel farklarımızı birbirimizin gözüne sokmadan yaşayıp gidiyoruz.

En azından bir kısmımız bu şekilde yaşamayı sürdürebiliyor, ancak aramızdaki bu yazısız anlaşmayı görmezden gelerek saldıranlar da var.  Bu saldırganlar sözlerini bıçak niyetine kullanarak omurgamıza vurmaya çalışıyor.  Can havliyle omzumuzdan geriye baktığımızda bu kişiyi ömrümüzde ilk defa görerek büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz.  Belki de aynı şehirde, aynı iklime bile doğmuş değiliz, ayaklarımız aynı sokakları hiç arşınlamamış.

Gözleri yabancıl, sözleri yabancı bu kişiler hiç durmaksızın hayatta tutturduğumuz zemini sallayıp çekiştiriyor.  Katlandığımız zorlukları eleştiriyor, kabullenerek iyileştirmeye çalıştığımız yaşamı ve sıkıntıları başımıza kakıyor.  Yanlışın içinde olduğumuzu yinelerken, kötücül ve meşum oklarıyla bizi tam da on ikiden vurmaya çalışıyor.

Sosyal medya denen illette tanımadığımız, duygularını az çok kavrayamadığımız insanlara ve içinde bulundukları eylemleri protesto edebileceğimizi zannediyoruz.  Ne hastalık, ne ölüm, ne de akıtılan terler umurlarında.  Giyim kuşamlarını, saçlarına taktıkları bandanayı, boyunlarına geçirdikleri kolyeleri, okudukları kitapları yargısız infazla giyotine götürüyorlar.

Sanırsınız yasal mevzuatların kâşifi ve uygulayıcısı olan bu kişiler, içlerinde barındırdıkları salt ve yalın menfi fikirlerle ipinizi çekiyor.  Toplum hiyerarşisi karşısında cellat rolünü oynayan şahsiyetler, sosyal medyada atlarını istedikleri gibi koşturarak sadece bir andan ibaret olmayan denenmiş ve tecrübe edilmiş bütün yıllara sahip insanları vicdan mahkemelerine çıkarmadan, sallandırıyor.

Acılarda birleşmiyor, gönüldaş olmayı yürekten isteyerek dokunamıyorlar insan yüreğine.  Katı olmaları öğretilmiş, daima eleştirel yaklaşıp direkt hükme gitmeleri dikte edilmişçesine. Kısaca toparlamak gerekirse; tahammülsüzlük ve hoşnutsuzluk karıştıkça harca kültürel ve ideoloji farklılıklarıyla bir türlü homojen bir karışımı oluşturamıyor.  İnsanın yaradılış amacı olan sevme ve sevilme meziyeti unutuluyor, kanıksanmamış bir öğretiden ibaret kalıveriyor…

 

-Semra Şenol

 

FacebookMastodonEmailShare
Yakışıksız Piyasa Halleri 3

Yakışıksız Piyasa Halleri

Yakışıksız Piyasa Halleri 4

Yakışıksız Piyasa Halleri

Kalkmış gidiyoruz yine. Önümüzde hedefsiz piyasalar, gözü kara cengaver bozuntuları.

Aklımız gibi saçımız başımızda dağınık, kurulu düzende olmayan yerimizin kavgasındayız.

Tenlerimizin rengini bozan sarımtırak bir leke taşıyoruz.

Alnımız açık bilhassa ağzımızın tamda orta yerinden yakışıksız jargon kelimeler salıyoruz.

Kim demiş oksijen alıp karbondioksit verdiğimizi, resmi şekilde aylak düşler kusuyoruz.

Vakit yok, şafak birden doğrulacak diyen şaire aldanıp kalbimizi sol cenahımızda bırakıp yürüdük.

Geç kalmak en büyük korkumuzdu.

İşe, aşka, dostluğa ve Pazar meydanlarına en erken varan kişi olma telaşındayız.

Adalet aramıyoruz ki, yerimizi bilelim.

Kim hangi tarafta kimin umurunda?

Araf da kalan seslerimizi genzimizde silikleştirdik.

Melali bilmeyen bir nesle mensubuz, geçmiş insanlarımızın kahrını anlayamayız.

Başımız hülyalı dertlerle dolu, ipin ucunu hangi sokakta bıraktık ilgilenmiyoruz.

Kaybolmuş ruhların ardında, sicim gibi akan terlerimizle tasalarımızı yıkayıp astık.

Varsak kime ne, yoksak kimin derdine!

-Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare
İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin! 5

İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin!

İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin! 6

Zarar vermeyeceksen sev!

Can pazarına düşmüş gibi saldırma çevrene, insan dediğinin tahammülü yok.  Bak bildiğin hiç bir ezberin kaydı kuydu yok, yarının zaten garantisi yok.  Bir tek kendi eline bakma, tuttuğun her şeyi senin sanma.  Kıyamete kadar hüküm sürerim san, ayakların altında ezileceksin fark etmeyeceksin.

Akıttığın her göz yaşının hesabını vereceksin, can vermenin ne kadar zor olduğunu sende hissedeceksin.  El kaldırdıkça, duyduğun kemik sesleri yakında senin olacak.  Zulmettiğin kadar zulüm göreceksin.

Kadına çocuğa verdiğin zarar, gün gelecek ziyan olarak çıkacak midenden.  Açlığın üzerinden geçtin, şişkin karnını okşadın.

Güzellikleri biçip kuraklığa teknoloji dedin, milyonlarca canın üzerinden geçtin. Özgürlük dedikçe yaşam hakkına göz diktin. İnsanım dedin, hayvanların üstünden para kazandın.  Durmadın, durmayı eziklik gösterip kara nefsine sürekli çentik attın.

Gör karanlığını, gençlere yaşayacak bir dünya bırakmadın.

Cep telefonuna bağlandığın kadar ailene sahip çıkmadın.

Alkol kokan nefesinle, masumiyete dokundun.

Yumrukla tekmeyle dostluğu karıştırdın.

İnsan dedin, sevmeyi bilemedin…

 

-Semra Şenol

 

FacebookMastodonEmailShare
AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ? 7

AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ?

AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ? 8

Anaç dağların ortasında, kanyonların ötesinde yemyeşil yaylaların üstünde olmayı dilerdim.  Kim olduğumun, neye benzeyeceğimin kaygısını gütmeden koyunların arkasından ilerlemek.  Düşünme gafletine düştüğümden bu yana, hangi sonuca vardım bile kesin değil.  Canına okuduğum dünyasında bir avuç insan silueti arasında, omuzlarım sönük halde yürüyorum.

Keşke insanı örten bit vücut olmasa diyorum!

Çıplak ruhlarımızla, görünür duygu ve hislerimizle hiç olmadığımız kadar açık olsa zihnimiz.  Hücresel boyutta düşünmeyi bırakarak soyut varlıkların içinden geçebilsek. Ancak böyle bulur insan mutluluğu.

Farkımız yok, hepimizin tutturduğu bir ışık var. Ulaştığımızda yolumuzun aydınlanacağı iddiasına bel bağlıyoruz.  Sonu gören çıkmadı henüz.  Bulduklarıyla yetineni görmedim, duydum ama inanmadım.

Çağ değiştikçe ayak uydurmayı pek güzel öğrendik.  Her ne hikmetse dilimizden düşen yalanların üstesinden salto atarak kaçmayı bile marifet saydık.  Yüzüne baktığın kişinin kaç maskesi olduğunu gördüğün halde, keklik gibi kanıverdik.

İşimize gelmezdi diğer türlüsü, bir şekilde düzene ayak uydurmanın tarifi bu olsa gerek. Millete verdik talkımı kendimize sakladık salkımı.  Ayıp mı kendini kayırmak?  Bu soruyu hep başkasına sorduk ama üstüne düşünme zahmetine girişmedik.

Burada atıp tuttuğuma bakmayın, ben şöyleyim böyleyim safsatası yapmayacağım.  En âlâsını yaptım, yapıyorum farkında olmama rağmen yine yapacağım.  Başka türlüsünü nasıl bilebilirim ki?

Hangi insan kemik ve kanla birlikte doğduğu yaşamsal dürtülerinden sıyrılabilir ki? Bizi düşünce zehriyle, algıda seçici davranmamızı sağlayan egomuzla vurmayı başaran çıkamayacak nede olsa!

-Semra Şenol

 

 

FacebookMastodonEmailShare
Pembe Etekli Prensesi Öldürdüm! 9

Pembe Etekli Prensesi Öldürdüm!

Gözümü bir açtım ki üstüm başım pembenin her çeşit tonuna bulanmış halde.  Hangi rengi sevdiğim sorulmamış, varlığından habersizim gök mavisinin, toprak kahvesinin, portakal turuncusunun renginden.  Tiril tiril, uçuş uçuş eteklere bezenerek fanusun içindeki balerine benzemişim.

Ağzımı açtığımda sesimin ayarını yapmam, mahalle arkadaşlarımın kullandığı jargonda konuşmamam tembihlendi.  İyi hoş, bir şekilde usturuplu oturma kalkma eğitimini aldığımda, beni uzak diyarlara götürecek olan beyaz atlı prensimi beklemem gerektiğini öğrendim.

Bu atlı prens öyle muazzam bir şeydi ki hayatımı ona göre şekillendirecek, gık dese hemen yutkunacaktım. Dünyaya geliş amacım beyaz atlı prensin yemeğini pişirip taşıran, bebeğini doğran, evini temizleyen yan karakter olmaktı.  Bu öğretiler doğrultusunda büyütüldüm.

Doğrusuna bakarsanız kitaplardan hoşlanıyordum ben, aklımı ve beynimi doyuran sayfalarda daha bir özgürdüm.  Beni şartlamıyor, yönlendirmeye ve denetlemeye çalışmıyorlardı. Daraltılan ufkumu bu sayede genişlettiler.  Yaratılış amacımın beyaz atlı prense hizmet olmadığını, ancak ve ancak sevdiğim kişiye yoldaşlık etmek olduğu kanaatine varmamı sağladılar.

Fikirler değiştiğinde, mantık evresine vardığımda yakışıksız dilimle bütün gözleri diken gibi üstüme çektim.  Entel dantel konuşmalarım öyle çok yadırgandı ki, dış kapının mandalı gibi ortada kalıverdim.  Beni atının terkisine atacak prensi çoktan ret etmiş, prenses eteğimi başımın üstünden çıkarıp atmıştım.

Ağzıma geleni söylemiyordum tabi ki, ancak düşüncelerimi kendime saklamıyor yanlışı görüyorsam susmuyordum.  Beni ikincil konuma getiren koca bulma kaygısını, ata sporlarımızdan olan trip furyasını takip etmiyordum. Özgürlüğün ilk evvela akılda başladığını fark ettim.  Çayımı kendi irademle şekersiz içip, hoşuma giden dövmeyi tamda istediğim yere yaptırdım.

Beyaz atlı prensin bulmayı beklediği pembe etekli prensesi öldürmüş, helvasını dahi kavurmadan defnetmiştim. Kurallarımı koyarak, sınırlarımı bilerek, çapımın neye yettiği bilinciyle post-modern kadına evrildim. Mantığımın yanaşmadığına yanaşmadan, eğilir gibi yapmadan yüzümü güneşe döndüm.

En sonunda bulut beyazını sevdiğimi fark ettim, beyaz atlar bana göre değildi!…

-Semra Şenol

 

FacebookMastodonEmailShare
Kadınlar Kediye Benzer! 10

Kadınlar Kediye Benzer!

Kadınlar Kediye Benzer! 11

Ömrünce tanıdığın kadınları göz önüne getir kimini daha çok sevdin, kimini ilgi manyağı yaptın, hangisine sırtını çevirip önemsemedin.  Yıllarca hem kaçan oldun, hemde kovalayan. Tanışıp görüştüğün tüm kadınlar bir tecrübeydi esasen sende bir tecrübe bıraktı, değer kattı.  Ve dahi bir şeyler alıp götürdü kalbinden, benliğinden, akıllı geçinen gururundan.

Dolayısıyla kadınları iyi tanıdığını, haklarındaki her şeyi bildiğin kanaatine kapıldın.  Bu yanılgı sana cahil cesaretiyle hareket etme hakkını tanıdı, bencilce bir tutumla ilerledin.  Temkinli oluşunda bu yüzdendi, ön yargılarına inanarak ve dahi güvenerek daima kaçan olmayı yeğledin.

Azizim, düştüğün bu gaflet senide yüreğini de kandırmasın.  Kadınlar kediye benzer!

Sevilmek ister, sağduyulu bir şekilde benimsenmek ister.  Hoşgörü görerek, saçları okşansın, kalbi doyurulsun ister.  Sen ki nankör dersin kediye, sahibine itaat etmek istemez, gün gelir arkasına dönmeden gider dersin.  Haksız değilsin hani, ancak yanıldığın çıkarımlar var.

Kediler onu besleyene kul köle olmaz, onunla dost olur.  Sahibini kendine denk görür ve içtenlikle sevildiği hissettirildiğinde aynı şekilde karşılık verir.  Bu ister sevgi bağı olsun, isterse arkadaşlık sahibine güvenir.  Köpekler kadar sadık değildir dersin, doğrudur kabulüm.  Köpekler sahipleri canını yaksa da, aç bıraksa da kör bir bağla bağlıdır sahibine.

Sen kadınından bunu mu istersin? Dövsen de sevsen de sana mecburiyetten doğan bir bağlılık mı beklersin? Yoksa eşitliğin korunduğu, karşılıklı fedakarlığında barındığı bir ilişkiyi benimsemek istemez misin?

Kediler, sahipleri artık onlara daha ilgilendiğinde, sevgisini kısıtlayıp ihtiyaçlarını karşılamadıkların da giderler.  Hem de kime bilir misin Azizim, onunla daha çok ilgilenen ve seven yeni birine.  Bir kadında gider dostum, sevilme ihtiyacını kim karşılıyorsa ona gider.

Onu yerinde tutamayan, gereksinimlerini veremeyen sen buna nankörlük dersin.  Bir düşünsene genelleme yapmadan, istisnalara aldanmadan.  Sen, evet sen kalır mısın seni sevmeyende.  Karşıda kollarını sana açmış bekleyen içten bir kalp yolunu gözlerken?

Cevabını vermeden önce ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya ver’, sonra yüreğine danışıp, sesini dinle.  Dinle ki cevabını bana öyle ver.

Kadınlar kediye benzer ve kim severse ona gider…

-Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare
A benim Kadınım! 12

A benim Kadınım!

A benim Kadınım! 13

A benim Kadınım!

A benim gözleri sisli, sözleri yanık kadınım. Avunduklarıma kaç güz adadım, derdimi deva saydım.  Kul oldum nefsime, menekşe kokulu dillerine susadım.

Uymadım sürüye, dedim vardır Hak’kın bir bildiği mevla neylerse güzel eyler dedim.  Dedim de döndüm sana A benim çocuk elli kadınım.  Ufacık yüreğine sığınırım sanıp der top ettim aklımı.  Adam denen mahlukat bilmeli lafını sözünü dediler, ben bir tek sana suskundum.  Vurgundum.

Okun yayda gerilişi gibi gelmeye hazırdım koynuna, komadılar.  Varsın yanında değil, ruhunun yanı başında kalayım dedim.

A benim dudakları gül goncası, yanakları elma kadınım. Mahzun bakışına nasıl yıkılıverdiğimi Hüda bilsin, gayrı sende bil.  Çul çürüten gönlüme ayağınla tep, akıllandır uslandır bu arsızı.  Rızkımız sevgimizin yüceliğindedir de çık gel yanıma, büyükçe ellerimi bir tutuver.

Görsün cümle alem bu deli oğlan nasıl durulur, nasıl pare pare yanar da akkor ateşlere gark olmaz.  Zülfü saçını, bal badem gözlerini bir sürüver boynuma yandım diye haykırayım.

A benim can suyum, narin bakışlı ceylan kadınım.

Yad ellere koma bu garibi, gel deyiver gelsin, öl de ölüversin ayağının değdiği toprağa…

-Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare
Çöpteki Kırmızı Ayı 14

Çöpteki Kırmızı Ayı

Çöpteki Kırmızı Ayı

Çöpteki Kırmızı Ayı 15

Küçük Hasan kirli ellerinin, tırnakları arasına kaçan pislikleri aldırmadan yarım simitini yemeye koyuldu. Tıpkı babası gibi kavruk tenli, koyu saçlı, çelimsiz bir vücudu vardı. Bu küçük bedeni yoksulluğa, kışın soğuğuna, yazın sıcağına karşı dirençliydi.  

Diğer üç kardeşin en küçüğü en sıhhatlisi ve en mutlu olanıydı.  Şafak yenice söktüğünde babasıyla kalkar, sarımsı renkteki gün ışığı dolan sokağa çıkardı.  Sabahları biraz serin olduğundan babası uzun kollu bir kazak giydirmişti Hasan’a. 

Kahvaltı yerine geçen tek simiti ikiye bölüp ona veren babasına gülümsüyordu.  Ne o, ne de diğer kardeşleri mükellef bir kahvaltının sütle, peynirle ya da sucuklu yumurtayla yapıldığını bilmezdi.  Bilmemek çoğunlukla mutluluk getirirdi.  Yokluğunu bilmedikleri varlıkların, lükslerin hasretini çekmezlerdi böylelikle.  

Yarım simitle doyduğunu söyleyen babası karton topladıkları arabayı sürerken, henüz okul çağına gelmeyen Hasan’da üç adım arkasından yürüyordu. Sokaklar sabah işe yetişmek telaşıyla hızlı adımlar atan insanlarla dolmaya başlamıştı.  

Yeşil renkte çöp varillerinin yanına bırakılan karton kolileri arabaya dolduran babasına boş pet şişeleri toplayarak yardım etti. Çoğu zaman yatakta kalıp uyumak isterdi, amma ve lakin iki ablası da okula gittiğinden tek başına evde kalmasına babası izin vermiyordu.

Diplerinden geçen iki dirhem bir çekirdek kıyafetli ablaların, ağabeylerin babasına ve kendisine acıyarak baktığının farkında değildi.  Küçük Hasan onları içtenlikle gülümseyen gözlerinin ışıltısıyla selamlıyordu, bazıları ise duruyor ‘Günaydın’ diyerek onu selamlıyorlardı.  

Vakit öğlene yaklaşmaya dururken babası adını seslendi; “Len Hasan bak sana ne buldum!” 

Hemencecik babasının yanına yaklaşıp ona vereceği şeyi dört gözle bekledi.  Babası yeşil çöp varilinin içinden kırmızı tüylü, bir kulağının dikişleri patlamış beyaz burunlu bir ayı çıkardı.  Neredeyse boyu Hasan kadardı, babası kollarının arasına verdiğinde tüy kadar da hafif olduğunu anladı. 

Neşeyle kırmızı ayıyı bağrına basarken “Benim olsun mu baba, benim olsun mu?” diye sorarken, eğer oynamak isterlerse ablalarına da ara sıra vereceğini geçiriyordu. 

“Olsun ya aslanım, akşam ablan bir güzel yıkayınca tertemiz olur” dedi babası hoşnutlukla gülümserken. 

Küçük Hasan çöp kokan, bir kulağı yırtık kırmızı ayısını havaya atıp geri yakalayarak sevinçle kahkaha atıyordu. Bir kere onun burnuna hiçte pis geliyordu kokusu, hem de yesyeni bir oyuncaktan farksızdı. 

Bu kez okula giden formalı ablalardan bir kaçı durmuş Küçük Hasan’ın içten sevincini, coşkusunu telefonuna video olarak çekiyordu. Küçük Hasan bunun bilincinde değildi, tek düşündüğü ablası ayıyı yıkadıktan sonra onunla sarılıp uyumak istediğiydi.  Daha önce babasının yine çöpte bulduğu tekerleği kırık arabasıyla birlikte artık bir oyuncak ayısı vardı.  Hemde kıpkırmızı bir ayıcık.  

Çöpün içinde bulunan, küçük bir çocuğun şen şakrak kahkahalar atmasını sağlayan kırmızı ayıcık bu kez çok sevilecek özenle sarılacaktı.  Daha önceki sahibinin hor kullanarak yırttığı kulağı dikilecek, çöp kokularına layık görülen cüssesi tursille yıkanıp burcu burcu kokacaktı.  

Küçük Hasan’ın artık bir ayısı vardı. 

Bu gün babası saf mutluluğu çöpten çıkarıp oğluna vermişti…

 

-Semra Şenol

FacebookMastodonEmailShare