Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar
Trabzon 1957 doğumlu olan yazar ve akademisyen olan Nazan Bekiroğlu, edebiyatla iç içe olan bir ailenin üç çocuğunun en küçüğüydü.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü 1979 yılında bitirdi. Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi, 1987 de Halide Edip Adıvar romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını tamamladı.
Şair Nigar hanım konulu çalışması neticesinde 1995 de doçent oldu. İlk kitabı Nun Masallarını 1997’de yayımladı. Muhtelif bir çok dergide denemeleri, öyküleri ve bilimsel makaleleri yayınlandı. Cam Irmağı, Taş Gemi adlı hikayesiyle 2006 yılında Türk Yazarlar Birliği hikaye ödülünü almaya hak kazandı.
Nazan Bekiroğlu kendi diliyle kendi yaşam hikayesini şu sözleriyle özetliyor;
“ 3 Mayıs 1957, Trabzon.
Dört yıllık üniversite hayatı hariç hep bu kentte yaşadı. Bulut. Deniz. Yağmur.
Türk Dili ve Edebiyatı eğitimini Erzurum’da aldı. Kar. Rüzgâr. Ova.
Halide Edip’le doktor,
Nigâr Hanım’la doçent.
Şimdilerde KTÜ Fatih Eğitim Fakültesinde profesör. Suyun kıyısında.
İki kız çocuğuna anne.
Görünürdeki hayatı bundan ibaret. ”
Nazan Bekiroğlu’nun 2012 yılında yayımlanan Nar Ağacı romanı içerisinde Balkan savaşından 1. Dünya savaşına uzanan hayatları ve deli fişek aşları anlatıyor.
Nar Ağacı romanından kalbinizi sarsan, titreten alıntıları sizler için derledik. Okudukça mücadeleyi, savaşı, muhacereti, millet sevgisini yudumlayacağınız satırlar incecik bir sızıyla aklınıza kazınacak…
“Sen öyle çağırmasan, ben böyle gelmezdim!”
“Kısmetin bol, çayın demli, kahven okkalı olsun. Bahtın, yolun, kalbin açık olsun.”
“Günah da ah’la kafiyelidir. O da siyah’la, simsiyah’la , vah’la, eyvah’la. Lakin hepsi de Allah’la. Ah’tır kafiyelerin en güzeli.”
“Siz” dedi Hacıbey. “İnsanları Türk, Kürt, Ermeni, Sırp, Yunan, Rum… Nasıl birbirinden ayırıyorsunuz? Takvaca üstün olanın en hayırlı olduğunu, Yaradan nezdinde Arap’ın Arnavut’a, Türk’ün Acem’e bir üstünlüğü olmadığını bilmiyor musunuz?”
“İçimdeki denizden kaç dalga geçtiğini kim saydı?”
“Kahramanı sen olsan da, hikaye benim!”
“Ne garip! Burada Türk bayrağı, orada İran bayrağı. Bu toprakları şu dikenli teller mi ayırıyor? Oysa şu ağacın kökü bu tarafta, dalları öbür tarafa sarkmış, ağacın umurunda değil.”
“Allah’ım” dedi, ne zaman istersen al canımı ama bugün değil.
bu duygu kâlbimdeyken yazık olur.”
“Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi.
Savaş insanı canavarlaştırıyordu ve insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyordu..”
“Bilirim ki, kader yazılmış, defteri dürülmüş kaldırılmış, mürekkebi de kurumuştur. Ama her an yaratma halinde olan da Sensin. Öyleyse Sen yazılmış kaderleri bile geri çevirirsin. Benim kaderim işte az önce geldi, karşıma dikildi. Çevirme benim kaderimi geri. Onu bana çok görme.”
“Dünya dönüyorsa hâla,
Güzel insanların hatrına dönüyor.
Ve güneş kızarıp battığı halde
Güzel insanların hatrı için sapsarı doğuyor.”
“Bu kadar zaman yetiyor ona güvenmem için.
Çünkü sevdim ve ben kalbiyle yaşayanlar zümresindeyim.”
“Yaradan kusursuz kurmuştu endazesini, yaradılış mükemmeldi. Ama kul kısmı dünyayı eğriltmekle kalmadığı gibi bu eğrilikten dolayı rahatsızlıkta duymuyordu.”