Kategori arşivi: Edebiyat

Milli Edebiyat Akımı Nedir? 1

Milli Edebiyat Akımı Nedir?

Milli edebiyat hareketi olarak başlayan bu akım 20. yüzyılda  ikinci meşrutiyet dönemi ortaya çıkmıştır.  Cumhuriyet dönemine kadar süren bu akım, milliyetçi akımla ortaya atılmıştır. Genç kalemler dergisini öncülüğünü yürüttüğü bu akımı ilginç hale getiren ise hareketi savunmayan Fetr-i Atici yazarların sonrasında bu akıma ayak uydurmasıdır.  Ayak uydurmakla kalmayarak benimseyen, olumlu bir gelişme göstermesine yardımcıda olmuşlardır.

Fecr-i Ati ve Genç kalemlerin edebiyat konusunda ortak düşünce olarak buluştukları husus; Dildeki sadelik tutumu ve konu seçimidir.  Birinci Dünya savaşında güçlenip her türlü edebi eserde bir çok eser veren akımın öncüleri; Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Halide Edip Adıvar, Faru Nafiz Çamlıbel, Ömer Seyfettin, Nurullah Ataç, Memduh Şevket Esendal ve daha bir çok yazar ve şairdir.

Milli Edebiyat Akımı Nedir? 2

Aydın ve sanatçılara yol açan Milli edebiyat akımının ilkeleri;

  • Kullanılan dilin sade olması
  • Şiirde sadece hece ölçüsü kullanılmalı
  • Konu seçiminde ise ulusal kaynaklardan yararlanılarak, yurt sorunlarını ele almaktır.

Toplumsal yaşamın en önemli olgularından Milliyetçilik, ulusçuluktur.  Bireylerin gelişmesi ile toplum yaşamınında gelişeceği ve iyileşeceği düşünülmektedir.  Türk aydınları arasında yeterli müdavimi bulan milliyetçilik düşüncesi 1911’den itibaren yayılmaya başlayarak Genç Kalemler, Yeni Mecmua, Türk Yurdu vb. edebiyat dergilerinde ve yayımlarda yerini alır.

11 Nisan 1911’de Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin’in yazdığı ‘Yeni Lisan’ makale, yeni bir eylemin başlamasına neden oldu.  Türk Milli Edebiyatının ve aydın ve sanatçıların kümelendiği İstanbul’da Türkçe kurallarını üstün kılmak bir amaç haline geldi.

Milli Edebiyat Akımının Genel Özellikleri

  • Türkçe karşılığı bulunan Farsça ve Arapça kelimelerin kullanılmamasıdır.
  • İstanbul Türkçesini kullanmak en dikkat ettikleri özelliktir.
  • Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanımı yanında yarım kafiyeye de yer verilmiştir.
  • Milli kaynaklara yönelmek esastır.
  • Anadolu insanın edebiyattaki yerini alması sağlanmıştır.
  • Öykü, hikaye ve romanlarda İstanbul dışında başka şehirlerin adı geçmeye başlamıştır.
  • Resmi tiyatrolar da kurulmaya başlanmıştır.
  • Toplum sorunlarına titizlikle değinilmiştir.

 

Kadınlar Kediye Benzer! 3

Kadınlar Kediye Benzer!

Kadınlar Kediye Benzer! 4

Ömrünce tanıdığın kadınları göz önüne getir kimini daha çok sevdin, kimini ilgi manyağı yaptın, hangisine sırtını çevirip önemsemedin.  Yıllarca hem kaçan oldun, hemde kovalayan. Tanışıp görüştüğün tüm kadınlar bir tecrübeydi esasen sende bir tecrübe bıraktı, değer kattı.  Ve dahi bir şeyler alıp götürdü kalbinden, benliğinden, akıllı geçinen gururundan.

Dolayısıyla kadınları iyi tanıdığını, haklarındaki her şeyi bildiğin kanaatine kapıldın.  Bu yanılgı sana cahil cesaretiyle hareket etme hakkını tanıdı, bencilce bir tutumla ilerledin.  Temkinli oluşunda bu yüzdendi, ön yargılarına inanarak ve dahi güvenerek daima kaçan olmayı yeğledin.

Azizim, düştüğün bu gaflet senide yüreğini de kandırmasın.  Kadınlar kediye benzer!

Sevilmek ister, sağduyulu bir şekilde benimsenmek ister.  Hoşgörü görerek, saçları okşansın, kalbi doyurulsun ister.  Sen ki nankör dersin kediye, sahibine itaat etmek istemez, gün gelir arkasına dönmeden gider dersin.  Haksız değilsin hani, ancak yanıldığın çıkarımlar var.

Kediler onu besleyene kul köle olmaz, onunla dost olur.  Sahibini kendine denk görür ve içtenlikle sevildiği hissettirildiğinde aynı şekilde karşılık verir.  Bu ister sevgi bağı olsun, isterse arkadaşlık sahibine güvenir.  Köpekler kadar sadık değildir dersin, doğrudur kabulüm.  Köpekler sahipleri canını yaksa da, aç bıraksa da kör bir bağla bağlıdır sahibine.

Sen kadınından bunu mu istersin? Dövsen de sevsen de sana mecburiyetten doğan bir bağlılık mı beklersin? Yoksa eşitliğin korunduğu, karşılıklı fedakarlığında barındığı bir ilişkiyi benimsemek istemez misin?

Kediler, sahipleri artık onlara daha ilgilendiğinde, sevgisini kısıtlayıp ihtiyaçlarını karşılamadıkların da giderler.  Hem de kime bilir misin Azizim, onunla daha çok ilgilenen ve seven yeni birine.  Bir kadında gider dostum, sevilme ihtiyacını kim karşılıyorsa ona gider.

Onu yerinde tutamayan, gereksinimlerini veremeyen sen buna nankörlük dersin.  Bir düşünsene genelleme yapmadan, istisnalara aldanmadan.  Sen, evet sen kalır mısın seni sevmeyende.  Karşıda kollarını sana açmış bekleyen içten bir kalp yolunu gözlerken?

Cevabını vermeden önce ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya ver’, sonra yüreğine danışıp, sesini dinle.  Dinle ki cevabını bana öyle ver.

Kadınlar kediye benzer ve kim severse ona gider…

-Semra Şenol

Oscar Wilde'nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis 5

Oscar Wilde’nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis

Oscar Wilde’nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis

Döşeksiz bir tahta yatakta 2 yıl boyunca mahkumiyet olan Oscar Wilde, parmaklıklar ardında geçirdiği o zor süreçte sevgilisine yazdığı mektupla hayata tutunabildi.  Skandallara adı karışan yazarın fırtınalı, zorlu bir hayatı olmuştu. Özellikle de eşcinsel olarak yargılanıp iki yıl boyunca cezaevinde tutuklu kalması, yaşadığı dönemde sansasyon olmasına sebebiyet verdi.

Oscar Wilde'nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis 6

 

İrandalı yazar Oscar Wilde Reading Hapishanesinde kaldığı süre boyunca yazdığı ‘De Profundis’ uzun soluklu bir aşk mektubudur. Lord Alfred Douglas ile olan yakın ilişkisi bir çok kişi tarafından yadırganıp, dışlansa da aşkına ve acısına sahip çıkmayı tercih etmiştir.

 

Eşcinsellikle suçlanan ve yakın dostlarının Fransa’ya kaçması hakkındaki uyarıları dinlemeyen yazar, yargılanıp 2 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.  Mahkum olduğu yıllarda cezaevlerindeki tutukluların kitap, oyun ve yazı yazmalarına izin verilmiyordu.  Tek izin verilen şey mektuplardı ve gün içinde yazımı bitmeyen mektuplar gece toplanıyor sabah geri mahkuma veriliyordu.

Oscar Wilde'nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis 7

 

Her gün verilen mürekkep ve kalemle uzun süren mektubunu yazmaya başlayan Wilde, mektubunu Alfred Douglas’ hitaben yazdı.  Ona olan aşkını, olağan dışı bağlılığını anlattığı mektupta sevgilisini ‘Bosie’ adıyla gizledi.

Bosie savurganlığı, rahat hayata olan düşkünlüğü, onu ahlaksızlaştırdığı, sanatına engel olduğu gibi serzenişlerde bulunsa da, bir taraftan da acılı aşkını anlatıyordu.

 

Alfred Douglas’a yazdığı ama sevgilisinin eline hiç geçmeyen mektup Robbie Ross tarafından derlenerek ölümünün  beşinci yılında “De Profundis” adıyla yayımlandı.  Aşkın derinlerine inildiğinde tutsaklık kavramıyla yer değiştirebileceğini anlatan eserde, yaşam ve sevgiyi paradoks halinde iç içe geçmiş vaziyette bulacaksınız.

Oscar Wilde'nin Hapishanede Yazdığı Aşk Mektubu; De Profundis 8

‘De Profundis’den Alıntılar

“Ben sana hayatımı verdim, sense insanın en aşağılık, en alçak tutkularını, “nefret”, “gurur” ve “hırs”ı doyurmak için benim hayatımı harcadın.”

 

“Seninle ilişkide insan ya her şeyi sana feda etmek ya da seni feda etmek zorundaydı. Başka seçenek yoktu.”

 

“Sevgiyi yalnızca güzel şeyler, incelikli düşünceler besler. Ama nefreti herhangi bir şey besleyebilir.”

 

“Sen çiçekler arasında özgürce dolaştın. Bense rengin ve hareketin güzel dünyasından koparıldım.”

 

“Gurur pencerelere parmaklıklar takmıştı, gardiyanın adı “nefret”ti.”

 

“Yalnızca gülünç derecede iyi yürekli ya da hiçbir tanıma sığmayacak çılgınlıkta birinin başına gelirdi bunlar.
Ve ne yazık ki, ben bunların ikisinin tam karışımıydım..”

 

“Biz kederin maskaralarıyız. Kalbi kırık palyaçolarız.”

 

“Tanrı tuhaftır. Bizi cezalandırmak için yalnızca kötü huylarımızı kullanmaz. İyi, yumuşak, insancıl, şefkatli yanlarımızla da mahveder bizi..”

 

“Dostlarımdan biri güzel bir şölen düzenleyip beni davet etmese hiç aldırmam.
Ama bir dertleri olup da beni kendileriyle ağlamaya layık görmezlerse, bunu büyük bir utanç ve küçük düşürmenin en korkunç biçimi kabul ederim..”

 

O Adam… 9

O Adam…

O Adam… 10

O Adam…

O adam,

Bir Eylül gecesi çıkageldi. Beraberinde taşıdığı yağmur düştü üstüme usulcacık. Yorgunluktan öte bitkin, yılgındı hayattan.

Cesur biriydi, korkusuz ve gözü pek. Yanında olmak bile başlı başına huzur kaynağıydı.

Mahrem gözlerden ırak, yüreğimin elverdiğince ona yöneliyordum. Önceki aşklardan yaralıydım, bitap düşen benliğimi ilk o gördü.

O adam, beraberinde yalnızlığı da getirdi.

Derde deva, ruha ilaç gibiydi sözleri. Kelimelerinde bulabilirdim, çocukluğumda kaybettiğimi sandığım cesareti.

Koca bir çınardı sanki, geniş dalları arasında saklanmak, güvenli gölgesinde uzanıp şarkılar söylemek gelirdi içimden.

O adam, ne demişti?

‘Seni seviyorum Sonbaharım’

Evet, aylardan Eylül, mevsim Sonbahardı.

Henüz ikimizde uyanıktık, bedenlerimiz ise sıcacık. Bulut kadar hafif, kumsal kadar yakıcıydı. Sabahın olmasını, odaya dalan güneş huzmelerini görmezden gelmiştik. Tutkumuzla ısınan yatak sonumuz olabilirdi, gocunmazdık.

Yeter ki sussaydı vicdanımız, bir fazla sarılabilseydik birbirimize.

Dudaklarımız ayrılmadan nefes alabilirdik, aramazdık yazın sıcağını, kışın soğuğunu. İçimizde yananlar ocaklar kâfiydi ayaza.

O adam,

Çok uzak iklimlerden gelmişti bana. Yaralarınız kalbinin arkasında, yabancı gözlerden uzak yerde saklardı. Miladı dolmuş hüzünlerin yasını tuttuğunu bilirdim, fakat soramazdım.

Korkardım, ağlamasından. Ondan düşecek tek bir damla yaş, bilirdim ki benim yüreğime taş olurdu.

Saklayamazdım.

Bende kalamayacağını hissediyordum, bile bile ladesti benimkisi. Yine de vazgeçemezdim bende uyandırdığın duygulardan, iliklerime kadar yaşadığımı hissettirmiştin bana.

Seninle paylaştığımız anlardan en kıymetlisi, beni dansa kaldırdığın o andı.

Kolların ilk defa dolanıyordu bedenime, sıcaklığına ilk elden şahit oluyordum. Kokun içime çekebileceğim mesafede, başım boynunla omuzun arasındaki, o nadide yerde gizleniyordu.

Konuşmadık, ta ki nefesin saçlarımın tepesinde kalp gibi atmaya başlayana, dudakların boynuma değinceye dek.

‘Üşüyor musun?” diye sordun.

Kollarının arasında, kara kışa tutulmuş gibi titrerken.

Asla üşümezdim, yanımda sen oldukça. Nitekim yalan söylemeyi seçtim.

‘Evet, lütfen beni ısıt’ dedim zayıf sesimle, iyice sana sokulurken.

Niyetim daha çok yanmaktı ateşinde.

Leylak rengi, mutlu günlerin çabuk biteceğini, hasrete maruz kalacağımızı bilseydim; dudakların dudaklarımda sonsuz uykuya dalmayı dilerdim.

Oysa beni ayrılığa hazırlamak için çok uğraşmıştın, üzgünüm seni yine yanılttım. Hazır değildim, sensizlikte çekilmez biri çıkıyordu karşıma. Bir insan nasıl tahammül edemez yaratılışına, nasıl inkâra girişir hamurunu bile bile!

O adam,

Bir avucunda karı eritip, güneşi gümüş bir kadehe koyarak sundu önüme.

Kötü günlerin arasına gizlenmiş, yıkıldığım anda beni ayağa kaldıracak dirayetim gibiydi. Bana bir baktı mı, tepeden tırnağa, gözleriyle kutsanır, nefesiyle yıkanır, kokusuyla avunurdum.

Dizleri arasında oturduğumda gözlerimi kapatır, onunla bir geleceğin hayaline dalmaktan zevk duyardım. İki oda bir salondan oluşan evimiz, duvarlar arasında onu özlemeyeceğim kadar küçük ve şirin olmalıydı. Nereye dönersem döneyim onu görebilmeli, nelerle uğraştığını âşık gözlerimle takip etmeliydim.

Çocuklar. Evet, çocuklarımız olmalıydı.

Babalarından almalıydılar tüm huylarını, aynı adamı binlerce farklı duyguyla sevmeliydim çocuklarımızda. Şömine karşısında uzanmak gibi lüks istekler olmaksızın, ince belli iki çay bardağına sarılmalıydı parmaklarımız, bir metrekarelik yatağımızda koyun koyuna yatmalıydık.

Birden bire ayrılık rüzgârı esmemeliydi üstümüzde.

O adam,

Kalacağına teminat vermeden sevmişti beni.

Yalan dolan, saçma sapan dedikoduları öne sürmeden, elinden ve yüreğinden geldiğince hoşgörüyle severdi. Onu tanımadan önce tahmin bile edemezdim, birini böylesine tutkuyla, canım yanarak, ölüm korkusuna kapılmadan sevebileceğimi.

Pişmanlığım yok.

Fani ömrümde tadabileceğim tüm güzelliklere onun sayesinde şahit oldum.

‘Yapabilirsen yüzümü unut ama birlikte geçirdiğimiz şu vakitleri unutma. Sana emanet edeceğim, arkamda bırakacağım tek şey o güzel anılar olacak. Sımsıkı sarılmanı istiyorum onlara,

dayanamadığını düşündüğünde, özlemim dert olursa yüreğine, mutluluğumuzu hatırla. Bir şey daha var unutmaman gereken; yıldızlar ne zaman gökyüzündeki yerini alsa bil ki seni düşlüyor olacağım.’

O adam,

Benim en sancılı günlerimin ilacı,

Aralıksız kâbuslarımın uyanışları,

Engebelerle dolu yollarımın düzlüğü,

Kalbimin yaratılış nedeni,

O adam,

Geleceğimin efendisi.

Biliyorum, gittiği zorlu görevlerden bana koşarak geri dönecek.

Beklediğimi, bekleyeceğime duyduğu inançla gelecek.

-SEMRA ŞENOL

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir? 11

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir?

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir?

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir? 12

Türk edebiyatının 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarını yalın diliyle anlatan, sokağı edibiyata taşıyan yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ilginç ve hazin öyküsünü hiç merak ettiniz mi?

Hiç evlenmeyen ve hasta olmaktan ödü kopan Hüseyin Rahmi, 17 Ağustos 1864’de İstanbul’da gözlerini dünyaya açtı. Ne yazık ki dört buçuk yaşındayken verem hastalığına tutulan annesi gözlerinin önünde nefessiz kalarak can teslim ederken yanındaydı.  Annesi hakkında sorular soranlara yaşadığı travmayı şu sözlerle açıklıyor;

“Validem okur yazar bir kadındı. Beni dört buçuk yaşında teyzemin terbiye aguşuna bırakarak pek genç iken yirmi ikisinde hayata veda etti. Söz valideme intikal edince kalemimi tutamam, ağlamadan duramam. Çünkü kendisine pek düşkündüm. Kucağından hiç inmezdim. Çocukluğumda bütün ateşleriyle zihnime intiba etmiş birkaç levha vardır ki tahatturu beynimi daima yakar. O zaman ne olduğunu bilmediğim, itiraf lâzım gelirse hâlâ öğrenemediğim hayatın acılığı masum yanaklarımı pek insafsızca şamarlamıştı. Sızısı hâlâ gitmiyor…” 

Annesinin vefatından sonra Girit’teki babasının yanına gönderilen yazar burada ilkokula başlar.  Hüseyin Rahmi henüz altı yaşında iken babasının yeniden evlenmesi üzerine anneannesinin yanına taşınmak zorunda kalır.  Artık ne annesi ne de babası yanındadır, tek edilmiş bir çocukluk geçirecektir.

Büyük annesi ve teyzeleriyle yaşayan yazar çocukluğunun ilk dönemlerinde ele avuca sığmayan bir mizaca sahipken giderek içine kapanarak etrafındaki kişilerle arasına bir sınır çizmiştir.  Baba figürü olmadan kadınlar arasında yaşamaktan dolayı kadınlara özgü bir takım alışkanlıklar kazandığı söylenirken, örgü örmeyi sevdiği bilinmektedir.

Yemek yapmayı, örgü örmeyi, nakış işlemeyi, müziği ve estetiği derinden bir sevgiyle seven yazar, romanlarında işlediği kadın karakterlerinin iç dünyasını bu sayede gerçekçi anlatabildiği düşünülür.  Uzun bir süre önce müzeye dönüştürülen Heybeliada’da ki evinde sergilenen el işleri yazarın sıkıntısını atmak, yalnızlığını unutturmak için edindiği bir alışkanlığın eseri olarak sergileniyor.

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir? 13

Dönemin edebiyat çevresinden, toplumdan saklanarak inzivaya çekilmiş bir yaşam sürmeyi tercih eden Hüseyin  Rahmi Gürpınar, Heybeliada’da tepeye yaptırdığı evde yaşadı.  Kendisi gibi hiç evlenmeyen Miralay Hulûsi Bey ona eşlik ederken, hiç evlenmemesi hakkındaki soruları hep geçiştirdi.  Revik Ahmet Sevengil’in sorusuna ise baştan savma bir cevap verdi.

“Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam, diye cevap verdi.”

Romanlarında sokak insanını ve toplumu anlatırken korkusuzdu, ahlak kurallarını çiğneyen bencil karakterler yaratırken günümüz insanını en açık haliyle eleştirip incelemeyi seçerdi.  Bunun kanıtı olan “Ben Deli Miyim?” romanı tefrik edildiği dönemde tepki çekmiş ve yargılanmasına sebebiyet vermiştir.

İstanbul’un renkli, kenar mahalle insanlarını romanlarına seçen Hüseyin Rahmi Gürpınar eserlerinde aile sorunlarını, mahalle kavgalarını, toplumsal ve töresel yaşantısını mizahi gözlemci bir üslupla açıklar.  Romanları hem acıklı hem de komik enstantanelerle doludur.

Müzmin Bekar, Hasta Olmaktan Korktuğu İçin Eldivenlerini Çıkartmayan Türk Yazar Kimdir? 14

Refik Ahmet Sevengil yazdığı kitabında Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı şu sözleriyle tanımlıyor.

“Çocukluğu eski İstanbul hanımları arasında geçmiş; aradaki yarım asırdan hayli fazla olan zamana rağmen o hayatın tesirlerini jestlerinde kuvvetle muhafaza ediyor; gün görmüş, anâneye sadık, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ekseriya ellerini ya dizlerinin üstünde, ya göğsünün üstünde kavuşturarak oturur; gülerken parmakları birbirine bitişip güzel bir siper haline gelen bir eli ile ağzını örter; kahkahaları küçük, sessiz ve kibardır; dudaklarında sönen gülümsemesi bir müddet de gözlerinde devam eder… Gayet iyi tentene örer, yastık işler, beyaz işi yapar…”

Halit Ziya Uşaklıgil, kalemdaşı Hüseyin Rahmi’yi severdik ama uzaktan derken şu sözlerle açıklama yapmıştır.

 “Hüseyin Rahmi yanına eldiven almadan asla sokağa çıkmazdı. Sokakta el sıkmasını sevmez, evdeki kapıları entarisinin eteği ile tutarak açardı. Belki de hayatında hiç evlenmemesinin sebebi bu idi.” 

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kaleme aldığı Gülyabani, Ertem Eğilmez tarafından “Süt Kardeşler” ismiyle beyaz perdeye uyarlanmıştır.  Mürebbiye, Ben Deli Miyim?, Şık, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, İffet,  Billur Kalp gibi bir çok eseri bulunmaktadır.

Bir süre Kütahya milletvekilliği yapan yazar münzevi bir yaşam sürdüğü Heybeliada’daki evinde 8 Mart 1944’de gözlerini kapatmıştır….

 

SANIK 15

SANIK

SANIK 16

SANIK

Sana bugün yağmurun gözyaşlarıyla ıslanan bir şehirden, merhaba diyorum.

Kaygan asfalt taşlarından selamlıyorum gül cemalini.

Ara ara esen, kesik rüzgârlardan soruyorum halini hatırını.

Boş sokaklardan geçtikçe, seninle ayrı düştüğümüz geceyi yâd ediyorum.

Ve yine soluğumda can çekişiyorsun.

Islanan hırkamın omuzlarında ağırlığın, yanlış seçimlerin kurbanı olduğumu fısıldıyorum bakışlarındaki düş kırıklarına.

Ses vermediğine göre, sende kabul görmüş bir sanığım.

Oysa haksızlık bu diye haykırasım var avazım çıktığı kadar.

Gücümün son raddesine kadar, yoktu bir suçum diyebilmek sana.

Tek korkum kulaklarını tıkayıp, yanımdan öylece çekip gidecek olmanın verdiği üzüntü.

Bir dinlesen beni, bir kerecik olsa güven duysan.

Kısaltıp törpülemeden anlatsam gerçekleri sana,

Tarafsızca dinlesen savunmamı, hor görmeden acizliğimi.

Sonra alır başımı yine meltemlere kardeş olur, göçerim diyarından.

Adımı sanımı duymazsın ileride, kaybolurum hatırandan.

Güzel bir serap gibi, yüzüm dahi kalmaz.

Toz olur uçarım bulutlara…

-Semra Şenol

Orhan Veli'den 'Anlatamıyorum' Dünyada En Çok Okunan İkinci Şiir Seçildi! 17

Orhan Veli’den ‘Anlatamıyorum’ Dünyada En Çok Okunan İkinci Şiir Seçildi!

Orhan Veli’den ‘Anlatamıyorum’ Dünyada En Çok Okunan İkinci Şiir Seçildi!

Dünyanın en büyük şiir portalları arasında başı çeken ‘Lyrikline’ internet sitesi Berlin Şiir Evi tarafından hazırlanarak, tüm dillerde şiirleri şiir severlerle buluşturuyor.

Orhan Veli'den 'Anlatamıyorum' Dünyada En Çok Okunan İkinci Şiir Seçildi! 18

Lyrikline internet sitesinin açıklamalarına göre tüm dünyaca en çok okunan ikinci şiir Orhan Veli’nin kaleme aldığı ‘Anlatamıyorum’ şiiri olduğu ortaya çıktı.

Sitenin verilerine göre ise birinciliği Hermann Hesse’nin ‘Stufen’ şiiri olduğu açıklandı.

84 dilde 1375 şairin 12, 312 şiirin bulunduğu internet sitesinde ayrıca şairler tarafından kendi seslendirmeleri ve ses kayıtları da bulunuyor.

Site de en çok okunan Türk şaiirler arasında; Behçet Necatigil, Nazım Hikmet Ran, Haydar Ergülen de yer alıyor.

Orhan Veli'den 'Anlatamıyorum' Dünyada En Çok Okunan İkinci Şiir Seçildi! 19

Anlatamıyorum
(Moro Romantico)

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

  – Orhan Veli 

Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar 20

Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar

Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar

Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar 21

Trabzon 1957 doğumlu olan yazar ve akademisyen olan Nazan Bekiroğlu, edebiyatla iç içe olan bir ailenin üç çocuğunun en küçüğüydü.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü 1979 yılında bitirdi. Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi, 1987 de Halide Edip Adıvar romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını tamamladı.

Şair Nigar hanım konulu çalışması neticesinde 1995 de doçent oldu.  İlk kitabı Nun Masallarını 1997’de yayımladı.  Muhtelif bir çok dergide denemeleri, öyküleri ve bilimsel makaleleri yayınlandı.  Cam Irmağı, Taş Gemi adlı hikayesiyle 2006 yılında Türk Yazarlar Birliği hikaye ödülünü almaya hak kazandı.

Nazan Bekiroğlu kendi diliyle kendi yaşam hikayesini şu sözleriyle özetliyor;

3 Mayıs 1957, Trabzon. 
Dört yıllık üniversite hayatı hariç hep bu kentte yaşadı. Bulut. Deniz. Yağmur. 
Türk Dili ve Edebiyatı eğitimini Erzurum’da aldı. Kar. Rüzgâr. Ova. 
Halide Edip’le doktor, 
Nigâr Hanım’la doçent. 
Şimdilerde KTÜ Fatih Eğitim Fakültesinde profesör. Suyun kıyısında. 
İki kız çocuğuna anne. 
Görünürdeki hayatı bundan ibaret.

Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı Kitabından Alıntılar 22

Nazan Bekiroğlu’nun 2012 yılında yayımlanan Nar Ağacı romanı içerisinde Balkan savaşından 1. Dünya savaşına uzanan hayatları ve deli fişek aşları anlatıyor.

Nar Ağacı romanından kalbinizi sarsan, titreten alıntıları sizler için derledik. Okudukça mücadeleyi, savaşı, muhacereti, millet sevgisini yudumlayacağınız satırlar incecik bir sızıyla aklınıza kazınacak…

“Sen öyle çağırmasan, ben böyle gelmezdim!”

“Kısmetin bol, çayın demli, kahven okkalı olsun. Bahtın, yolun, kalbin açık olsun.”

“Günah da ah’la kafiyelidir. O da siyah’la, simsiyah’la , vah’la, eyvah’la. Lakin hepsi de Allah’la. Ah’tır kafiyelerin en güzeli.”

“Siz” dedi Hacıbey. “İnsanları Türk, Kürt, Ermeni, Sırp, Yunan, Rum… Nasıl birbirinden ayırıyorsunuz? Takvaca üstün olanın en hayırlı olduğunu, Yaradan nezdinde Arap’ın Arnavut’a, Türk’ün Acem’e bir üstünlüğü olmadığını bilmiyor musunuz?”

“İçimdeki denizden kaç dalga geçtiğini kim saydı?”

“Kahramanı sen olsan da, hikaye benim!”

“Ne garip! Burada Türk bayrağı, orada İran bayrağı. Bu toprakları şu dikenli teller mi ayırıyor? Oysa şu ağacın kökü bu tarafta, dalları öbür tarafa sarkmış, ağacın umurunda değil.”

“Allah’ım” dedi, ne zaman istersen al canımı ama bugün değil.
bu duygu kâlbimdeyken yazık olur.”

“Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi.
Savaş insanı canavarlaştırıyordu ve insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyordu..”

“Bilirim ki, kader yazılmış, defteri dürülmüş kaldırılmış, mürekkebi de kurumuştur. Ama her an yaratma halinde olan da Sensin. Öyleyse Sen yazılmış kaderleri bile geri çevirirsin. Benim kaderim işte az önce geldi, karşıma dikildi. Çevirme benim kaderimi geri. Onu bana çok görme.”

“Dünya dönüyorsa hâla,
Güzel insanların hatrına dönüyor.
Ve güneş kızarıp battığı halde
Güzel insanların hatrı için sapsarı doğuyor.”

“Bu kadar zaman yetiyor ona güvenmem için.
Çünkü sevdim ve ben kalbiyle yaşayanlar zümresindeyim.”

“Yaradan kusursuz kurmuştu endazesini, yaradılış mükemmeldi. Ama kul kısmı dünyayı eğriltmekle kalmadığı gibi bu eğrilikten dolayı rahatsızlıkta duymuyordu.”

 

 

 

Edebiyatta Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) Akımı Nedir? 23

Edebiyatta Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) Akımı Nedir?

Edebiyatta Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) Akımı Nedir?

Edebiyatta Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) Akımı Nedir? 24

20. yüzyıl akımlarından biri olan Ekspresyonizm sanatta doğanın olduğu gibi aktarılması yerine iç dünyanın ve duyguların ön planına çıkarılarak temsil edilmesini savunmaktadır. İnsanların gizli düşüncelerini, fikirlerini ve yanlarını açığa vuran bir yaklaşım biçimi olarak bilinmektedir.

Empresyonizm (İzlenimcilik) akımına karşı olarak I. Dünya savaşından  doğmuştur. Ekspresyon Fransızca da  anlatım anlamına gelmektedir. İlk olarak Almanların kullandığı Ekspresyonizm sinema ve resimde can bulmuştur.

Bu akımı benimseyen şairin veya sanatçının dış dünyanın anlamsızlığı ve nesnelerin ruhsuzluğundan sıyrılarak kendi öz sezişini sanatına katması beklenmektedir.

Ekspresyonizmin öncüsü olarak kabul edilen Vincent Van Gogh dışında Herwarth Waiden, Strindberg  akımın diğer temsilcileri arasındadır.

Edebiyatta Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) Akımı Nedir? 25

İnsanın iç dünyasının yansıtıldığı sanat eserlerini konu alan bu akımda, somut görsellerden çok bütün duyguların en çıplak hali ve bastırılmış egoların dışa vurumu gözlenmektedir.  Bu sebepten akımın diğer adı ‘Dışavurumculuk’ olarak bilinir.

Bu akımın en iyi örneklerini veren sanatçılar ruhsal durumlarını eserlerinde anlatmaktadırlar. Ekspresyonistler dünyanın anlamsızlığına ruh ve anlam katarak, aklın çizdiği sınırları aşarak insanın öz derinliklerine inmesi gerektiği savını ortaya atmışlardır.

Ekspresyonistler kendi içlerine kapanıp kendilerini gözlemleyerek iç dünyalarını sanat eserlerinde açığa vurmuşlardır.  Bu eserler çoğunlukla fantastik olaylara ve korkutucu söylemlere yer vermektedir.

Eksresyonizm Temsilcileri; Franz Kafka, O’Neil, James Joyce, Eliot‘tur.

 

Frida'nın Vazgeçme Eşiği Ve Hazin Mektubu 26

Frida’nın Vazgeçme Eşiği Ve Hazin Mektubu

Frida’nın Vazgeçme Eşiği Ve Hazin Mektubu

Frida'nın Vazgeçme Eşiği Ve Hazin Mektubu 27

Vazgeçmek kolay olmasa gerek, hem de canın hala yanarken? Umut artık kurak bir tarlaya döndüğünde, sevginin yeşermeyeceğini fark etmek ve köklerini sökmek.  47 yıllık hayatına acının her tonunu resmeden Frida Kahlo, bu kısacık ömre Diego’yu biricik aşkını sığdırabildi.

Ama hep eksikti, yorgundu ve hüzünlüydü.  Deyim yerindeyse taptığı kocası tarafından bir çok kez aldatıldı, yarı yolda bırakıldı ve sevgisiz bırakıldı.  Taki artık dayanamayacağını anladığında ise vazgeçme eşiğine ulaştı.  Kendi sözleriyle, kalbinin işi ele almasına izin vererek yazdı mektubunu.

“Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.

Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.

Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.

Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.

Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.

Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.

Bencil olduğun için vazgeçtim.

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.

Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.”